Ben bu şehri gezmeye doyamıyorum.
Gaziantep’i her gezdiğimde de yeni bir şeyler görüyor, öğreniyor ve Antepli olmaktan gurur duyuyorum.
Kalealtında bir kahvehanede dut ağacı gölgesinde, dostlarla sohbet edip çayımı yudumlarken; dün, Alleben ’in, Çerkez Arığında biriken atıkların, tabakhanenin genizleri yakan ham deri kokusunu duyar gibi oluyorum.
Kalealtında meydanda, köprü başında kalabalıklar ortasında omzunda asılı davulu, bir elinde tokmak dellalın haykırarak satılık malları duyurması hala kulaklarımda.
Naip Hamamı önünden geçip Keçehane yokuşuna yönelirken, daha dün, yol boyunca dükkânların ahşap kepenkleri önünde boy boy, rengârenk dizili keçeler, salkım saçak asılan yün demetleri gözlerimin önüne.
Yolun hemen başında, bir dost dükkanında ikram edilen taze Antep pendiri, dırnaklı sıcak ekmek eşliğinde yudumladığım çayın tadında unuttuğum lezzetleri hatırlamaya çalışıyorum.
Birkaç dakikalık sohbetten sonra yoluma devam ediyorum.
Tek tük de kalsa çevrede hala selamlaşanların olduğunu görmek mutlu ediyor beni.
Ağır ağır tırmanırken Keçehane yokuşunu, eski günlerde görmeye alışık olduğum kalabalıkları arıyor gözlerim.
Keçehane yokuşu boyunca sağ tarafımda, kale eteklerinde pek çok olaya şahitlik etmiş, sırlar saklayan, yer yer göçmüş göz göz mağaracıklar yer alırken, sol tarafımda neslinin son örneği eski Antep evleri, onların altında da dükkânlar selamlıyor beni.
Kalenin güneyine vardığımda eski Pazaryerinin yerinde yeller esiyor. Onun yerine otopark, turizm tanıtım bürosu karşılıyor bizi.
Eski pazaryerinin hemen çevresinde; Hişvahan, Zeytin Hanı, Budeyri Hanı,Tahtani,Şirvan camisi geçen zamana inat, tüm ihtişamıyla Kaleye muhafız olmuşlar dimdik ayaktalar.
Kalealtında, O eski günlerde, önlerinde sıra sıra mahraları, çuvallarıyla, mevsimine göre yörede yetişen meyveleri, sebzeleri, küleklerde yoğurt, torbalarda peynir satan dükkanları hatırlayan pek kalmadıysa da, buralar hala meraklısının uğrak yeri.
Şimdi burada bir yan da Peynir, yöresel ürün satanlar, kebaplık mangal kömür satıcıları. Arada birkaç bakırcı, kalaycı esnafı, turistik eşya satıcıları. Eski bir berber ve bir terzi varlıklarıyla zamana meydan okuyorlar.
Uzun çarşıda, yol boyunda Kale oğlu mağarası, Millet, Gümrük hanı, Alaüddevle (Ali Dola) Camii, Zincirli bedesten yan yana dizili inci taneleri misali, görmezden gelenlere inat “buradayız diye haykırıyorlar sanki.
Eskiden uzun çarşıda, Millet Hanın hemen karşısından, Zincirli Bedestene uzanan yolun solunda her an yıkılacakmış hissi veren, derme çatma haraba dükkânlarda ciğer kebapçıları yer alırdı. O ciğer kebapçılarının dükkân önlerine attıkları mangallar üstünde pişmeye bırakılan şiş şiş kebaplardan damlayan yağlar bir sis perdesi oluşturur, herkesi duman altı ederdi.
Ciğer kebapçılarının dükkanlarının içi oldukça dar olduğundan dükkân önleri her daim dolu olur, mangallarda cızırdayarak pişen ciğerlerden etrafa yayılan kebap kokusu gelen geçenin iştahını kamçılar, tok olanı bile cezbederdi.
Şimdi o ciğer kebapçılarından eser yok! Onun yerine koca koca restoranlar, lokantalar, yöresel ürün satan mağazalar, tatlıcılar yer almış, ciğerciler unutulmuş.
Boyacı camisinin minaresi uzaktan görünüyor.
Yuşa peygamber, Pir Sefa çekiyor beni…Türbedeyim. Susayan ruhumu Onların huzurunda okuduğum dualarla serinletiyorum.
Bakırcılar çarşısında kalabalıklar arasında geziniyorum. Her defasında olduğu gibi, usta ellerde çekiç altında dövülen alın terinin birer sanat eserine dönüşüne şahit oluyorum.
Almacı Pazarının meydanında Kadı Kasteli şadırvanından bir tas su içiyor, bir esnaf dostumla ayak üstü yarenlik ediyor, ikram edilen bir bardak sıcak zahterde kaybettiğim güzellikleri arıyorum.
Buğday Arasa’sında lezzetin harikalar diyarında gezinirken, bir çay ocağında sohbetin dibine vuruyorum!
Tekke cami avlusunda birkaç güvercin uçuyor. Mevlevihane bitişiğinde yatan erenleri selamlıyor, ruhlarına bir Fatiha okuyorum..
Kozluca kasteli yanından geçip, kıvrılarak uzayan dar sokakları adımlarken, omuz omuza vermiş eski Antep evlerinin gölgesinde çocukluğumu arıyorum.
Şeyh Fetullah cami… Yanı başında türbesi, hamamı… Şeyh Fetullah camii bahçesinde Antep harbinin yiğidi şehit Karayılan’ın kabri.
Orada zaman durduruyor işte ! Gözlerim kapalı Antep Harbini yeniden yaşıyorum.
Yitirdiklerimizi hatırlayınca da içim sızlıyor. Üzülüyorum. Âmâ Onların bir parçası olmaktan, aynı BİR gurur duyuyor…Duygulanıyorum!
Bir adım ötede Pişirici kasetlinde suyun serinliğinde dinleniyor, yüzlerce yıldır süren suyun şarkısını dinliyor huzur buluyorum.
Savaş müzesinde Anteplinin destansı direnişini iliklerime kadar hissederken, şehitler hamamının önünden Nar Dedenin kabrine, oradan Karababa’nın kabrine ulaşıyorum…
Dualar dökülüyor dilimden.
Bir Şehreküstü evinin odasında bağdaş kurup oturuyorum. Duvarlarda dünün izlerini, hayadında yaşadıklarımı görüyorum.
Orada mutluluğu, huzuru, paylaşmayı, yardımlaşmayı, aile olmayı hatırlatıyor, burnumun direği sızlıyor.
Gaziantep’i gezmek,tanımak,hissetmek bana iyi geliyor vesselam!